Budapeşte

24 Ocak -28 Ocak 2018

Gündüzü ayrı, gecesi ayrı güzel bir şehir  Budapeşte. Tuna nehrinin kenarına inci gibi dizilmiş tarihi binaları, Chain köprüsü, Gellert tepesi, her yeri ayrı ayrı gezip keşfetmek için 3-4 gün yetmez. Bu şehri dolaşarak gezmeniz lazım, zaman zaman metro kullanabilirsiniz, ama akşamları da nehirde gemiyle gezerek ışıl  ışıl şehrin keyfini çıkartmak lazım.

Bu gezimizi de sevgili Muzaffer Canbakan arkadaşımız aylar öncesinden ayarlamıştı, yemek yiyeceğimiz restoranlardan, gezilecek tarihi yerlere ve opera binasında sergilenen Notre de Dame piyesini izlemeye kadar her türlü organizasyonu yapmıştı. Buradan bir kez daha kendisine ve ailesine teşekkür ediyorum. İlk gün havaalanında transport ile Peşt tarafında şehrin merkezindeki 7 Seasons  http://www.7seasonsapartments.com/   apart oteline geldik. Burası çeşitli büyüklükte daireler şeklinde kiralanıyor, bizim ki 1 yatak odası, 1 salon açık mutfak, banyo ve tuvalet olmak üzere çok güzel bir daire idi. Geceliği 65 Avro, her gün odayı temizliyorlar, havlular değişiyor, bulaşık varsa yıkıyorlar. Kısacası dört dörtlük otel hizmeti veriyorlar. Otel çok merkezi Andrassy Bulvarı ve Deak Square’e çok yakın. Ayrıca yine çok yakınında Prime Market var, istediğiniz her şeyi alıp odanızda yiyip içebilirsiniz.

Vakit kaybetmemek için odalara eşyamızı bırakıp yürüyerek dolaşmaya çıktık. En önemli aynı zamanda en kalabalık ve renkli caddelerinden biri olan Vaci de yürümek oldukça keyifli, binaların güzelliği, özellikle hediyelik eşya dükkanlarına girip çıkmak, inanın her şeyi unutturuyor. Budapeşte, Buda, Pest ve Óbuda'nın bir araya getirilmesinden sonra, 19 ve 20. Yüzyılın başlarında kent gelişmeye ve genişlemeye başlamış.

İlk durağımız “Great Market Hall. Burası 1894 de yapılmaya başlanmış, ancak II. Dünya Savaşı sırasında çatısı tahrip olduğu için ancak 1897 de tamamlanarak açılmış. Barcelona’daki kapalı pazarın daha büyüğü, renk renk biberler, sucuklar, salamlar, hediyelik eşyalar, yiyecek içecek dükkânları son derece renkli bir Pazar, insanın gözleri kamaşıyor. En alt katında balık ve av etlerinin satıldığı dükkânlar mevcut.

Macar Mutfağı da birçok ülkeden etkilenmiş, örneğin Kral Matthias'ın İtalyan eşi ve mesai çalışanları Ortaçağ'da Macar mutfağını etkilemiş.  Daha sonra, en önemli etki Türk işgali ile gelmişti. 1526 yılında Mohaç'daki savaş alanındaki çarpıcı bir yenilgiden sonra Türkiye, ülkenin büyük bir kısmını işgal etmiş ve 150 yıl boyunca elinde tutmuş.  19.yüzyılın ortalarında Fransız mutfağından etkilenmiş. Bu tarihsel gelişmeler nedeniyle Macar mutfağı özgün ağırlığını yitirmiş, ancak biber- paprika- kullanımı ile geliştirilmiş karakteristik lezzetini korumuş. Bu arada Batı Avrupa’da bulunmayan balık çeşitleri de mevcut. En ünlü balık pike-levrek ailesinden gelen ve dev pike-levrek denen fogas (Lucioperca lucioperca) balığıymış. Sıcak ve soğuk domuz kızartması ve jöle domuz eti favoriler arasında yer almakta olup,  yabani hayvanlar arasında geyik eti, yaban domuzu, sülün ve bıldırcın genellikle menüde görülmektedir. Ülke, kümes hayvanı bakımından zenginmiş ve Macar hindisi de dünyaca ünlüymüş.

Macar mutfak kültürüne biraz ara vererek size ünlü Cafe Gerbaud’dan bahsetmek istiyorum. 1858 yılında Emil Gerbeaud tarafından kurulmuş olan Cafe Gerbeaud, yüksek tavanları, kristal avizeleri ile kapıdan içeriye girdiğiniz anda kendinizi bir balo salonunda hissediyorsunuz. Sessizce sohbet eden insanlar, şık fincanlarda çay ya da kahvesini yudumluyorlar. Portakallı soslu karamelli pastasını yemeden olmaz. Gerbaud dışında 3 ayrı pastaneye gittik, hiç biri bu kadar başarılı değildi. Gerbeaud MÁKOS ÉS DIÓS beigli denilen içi cevizli bir keki var, anlatamam size. Allahtan günde 16.000 adım attık da en azından bu yediklerimizi eritme fırsatı yakaladık.

Akşam yemeği için Gundel restorana yine yürüyerek gittik, Kahramanlar Meydanının ışıl ışıl renklendirilmesi ayrı bir güzellik. Kahramanlar Meydanı, Budapeşte'nin en önemli caddelerinden Andrássy Bulvarı'nın sonunda, Dünya Mirası Listesi olan Kent Parkı'nın önünde, Macar başkentinin en çok ziyaret edilen yerlerinden biriymiş. Karoly Gundel mesleğini seven, genel olarak insanları seven ve ailesine tapan basit, dürüst bir otelciymiş. Gundel adı, Viyana’ da Sacher, Madrid'de Horcher'de ve Berlin'de Kempinski olduğu gibi Budapeşte de meşhur bir üne sahip. Kendisi, Macar mutfağının uluslararası alanda kabulü konusunda büyük katkıda bulunmuş ve Macaristan'a turist akışını artırmaya yardımcı olmuş.  Burada da kapıdan içeriye girdiğiniz anda kendinizi başka bir dünya da hissediyorsunuz. Sizi ev sahibi gibi kapıda karşılayarak masanıza kadar eşlik edip, sizi oturtuyorlar. Heralde en yüksek sesle konuşan bizdik neyse ki biraz sonra bizde uyum sağladık, başlangıçlar, aperatifler ve yemek sunumları gerçekten ödediğiniz bedele değer.  Günümüzdeki Macar mutfağı onbin yıl öncesinden çok farklıymış. Ben özellikle Geyik eti, kaz ciğeri yemenizi tavsiye ediyorum.

İkinci günümüz sabah 10.00 da başladı, ilk olarak Tuna nehrinin kenarından tramvay ile Peşte tarafına geçtik. Yürüyerek Parlamento Binasına geldik, daha sonra sahil boyunca yürüyerek Tuna’nın kenarında “Tuna Ayakkabıları Anıtı” nın gördük, 1944 yılı Macar Yahudilerini dondurucu soğukta ayakkabılarını çıkarttırarak kurşuna dizmişler. Bu anıt Gyula Pauer tarafından yapılmış.

Daha sonra Buda ve Peşte’yi birbirine bağlayan Chain köprüsüne geldik. Köprü, İngiliz mühendis William Tierney Clark tarafında tasarlanmış. Yürüyerek Buda tarafına geçtik, orada    minibüs tarzı bir tur arabasına binerek tepeye çıktık. İsterseniz buradan finiküler ile tepeye çıkılabiliyor. Burada resmî olarak Our Lady Kilisesi olarak bilinen Budapeşte St. Matthias Kilisesine geldik. Kentin birçok kilise yapısı gibi, uzun ve karmaşık bir tarihe sahip olduğu söyleniyor. Kale İlçesi'nin kalbinde bulunan Matthias Kilisesi, 13. yüzyılda inşa edilmiş ve Budapeşte'nin ilk kilisesiymiş.  Ancak, orijinal kilise yapısı, her çağın popüler mimari tarzında sürekli olarak yenilenip yeniden modellendiği için birçok kez değişmiş. Kilise, sanat ve aydınlanmanın koruyucusu olarak bilinen 1458-90 yılları arasında hüküm süren Kral Matthias'dan daha yaygın bir ismini alıyormuş.  

 Bu bölge de yerel bir lokanta olan Arany Hordo’da yemek yedik, Tavuk, ördek, Gulaş çorbası herkes değişik bir şey sipariş etti. Yemekler güzeldi. Bu bölgede 1827 de kurulan Ruswurz Cafe çok ünlü, ancak o kadar kalabalıktı ki içeriye girmek dahi mümkün değildi Richter döneminde mevcut mobilyalar Krisztinaváros'tan (iddia edilen Krautsiedler'den) bir dolap yapımcısı ve heykeltıraş Lorinc Dunaiszky tarafından tasarlanıp hazırlandığı söyleniyor. 1848 ve 1849 kuşatmalarında binanın dış cephesi hasar görmesine rağmen içerideki mobilya ve dekorasyon zarar görmeden kurtulmuş. Daha sonra yürüyerek Buda Kalesi ve Kraliyet Sarayının bulunduğu yere geldik.  Kraliyet Sarayı, kentin en sembolik mimari başyapıtlarından birisi ve Tuna'nın Pest tarafından görülen en tanınabilir binasıymış. 13. yüzyıldan beri Macar krallarına ev sahipliği yapıyormuş. Orta Çağ'dan kalma duvarlar ve birkaç yapı hala o dönemden kalmış ancak 19. yüzyılda saray, Miklós Ybl ve Alajos Hauszmann önderliğinde büyük bir dönüşüm geçirmiş. Bu ikinci günümüzü de burada sonlandırarak otelimize döndük.

3. Günün programında gündü herkesin mutlaka görün dediği Szentendre kasabası ve akşam da Opera Binasında A Notre De Dame-i Toronyör müzikaline gitmek vardı. Sabah tren ile bu kasabaya gittik, yaklaşık  45 dakika arası sürüyor. Tuna’nın Bend kıyısında bir küçük bir kasaba, Marzipan Müzesi, uzun yıllardır özel bıçakçı dükkanı olan, arnavut kaldırımlı sokakları süslenmiş,   pastel tonlarında boyalı beyaz süslemeli binalar arasında  yürüdüğümüz  küçük kasaba. Eminim bahar veya yaz aylarında daha renkli olabilir. Ayrıca, gezeceğiniz epeyce kilise, sanat galerisi  için hediyelik eşya dükkanları var. Fzamos adlı bir pastane de kahve molası verdikten sonra tekrar geri döndük.

Budapeşte de bulunan Dohany Sinagogu dünyanın en büyük sinagoglarından da biriymiş. Devasa kubbeleri ile de şehrin ilk bakışta hemen tanınan simgelerinden olan sinagog  1854 – 1859 yılları arasında Viyanalı mimar Ludwig Förster tarafından yapılmış. Budapeşte de sadece müzeler değil, kiliseleri gezmek de ücretli.

Akşam çok güzel bir müzikal izledik, herkes şık giyinmiş, yerler durumuna göre 6000 ila  11.000 Forint arasında değişiyor, ben Locadan seyrettim, arada şampanyalar, ufak kanepeler ikram ettiler.

4. Gün ise herkesin yine mutlaka akşam çıkıp, Budapeşte’nin ışıklandırılmış halini görün dedikleri Gellert tepesine çıktık. Buranın  Keltlere ve Romalılara dayanan binlerce yıllık tarihi olan hikayesi varmış.piskopos Gellert Sagredo’dan ismini almış. Kendisi Macaristan’da Hristiyanlığı yayan kişi olarak çok saygı gören biri.  Arkeolojik buluntular, çiftlik olarak bir Roma gözetleme kulesi  var.  Tuna nehrini, şehrin güzelliğini buradan daha güzel görüyorsunuz. Bu gün öğlen yemeğimizi yine şehrin en iyi lokantalarından olan Museum da yedik, levreğe benzeyen Fogas balığı muhteşemdi. Öğleden sonra Opera binasının olduğu Şehrin en lüks mağazalarının bulunduğu caddeyi gezdik. Bir gezinin daha sonuna geldik, son akşamı önceden kaz sipariş verdiğimiz yerel bir restoranda Bohem Tanya(https://www.bohemtanya.com) da yedik. Macar yemeklerinde etin yanında Galuşka denilen makarnaya benzeyen haşlanmış hamur servis ediyorlar.

 



Diğer Geziler

Ziyaretçi Yorumları

Yorum Yap