Amsterdam

Uzun zamandır bu şehre görmek istiyordum, Ocak ayından planlayarak sevgili eşim ’in doğum gününe denk getirerek organize ettim. Uçaktan indikten sonra hemen tren istasyonuna gidip, biletimizi alıp şehrin merkezine tren ile gittik, çok uzak değil 20 dakika gibi bir süre alıyor.

Amsterdam, Hollanda’nın başkenti ama aynı zamanda en kalabalık şehri olduğu bir gerçek. Ana istasyon caddesinde bir kafeye oturup, elinde valizle geçen her milletten bir turist görebilirsiniz.  Kalacağımız otelin dışı eski tarihi bir bina, ancak içi tamamen modern dizayn edilmiş.art'otel Amsterdam ,tren istasyonun karşısındaoldukça merkezi bir yerdeydi. Odalar büyük, servis çok iyi, kahvaltı çok iyiydi. 

 

Kanalları, şehrin her yerinde karşınıza çıkan bisikletleri, renkli eğlence hayatı ve kuralsız, sınırsız geceleri ile Amsterdam’ın değişken nüfusu özelikle gençlerden oluşuyor. Yolda yürürken bisikletlilerin yolunda gitmemeye özellikle dikkat etmelisiniz, aksi takdirde çok kötü azarlıyorlar. Tabii şehrin dünyaca ünlü müzeleri ve tarihi yapılarını da unutmamak gerekiyor. İlk gün şehri keşif etmek için öğleden sonra yürüyerek önce Dam Meydanına gittik, tabii ilk acemilikle harita elimizde Kenan ile buradan gidilecekti, yok oradan değil şeklinde yol tartışmaları kaçınılmaz.Dam Meydanında Amsterdam Kraliyet Sarayı,  Ulusal Anıt ve Madame Tussauds Müzesi yer alıyor. Bu meydanın en önemli yerlerinden biri Kraliyet Sarayı, törenler burada düzenleniyormuş.Dam Meydanı’nın tam ortasında  22 metrelik dikilitaşa sahip beyaz anıt II.Dünya Savaşı’nda ölen Hollandalıların anısını yaşatıyormuş. Madame Tussauds Müzesi de yine dünyanın en ünlü balmumu heykel müzesi, ancak girişte çok uzun bir bilet kuyruğu olduğu için maalesef gezemedik. Bu meydandaki lüks otellerden biri de NH Grand Hotel.

 

İlk günün akşamı MOMO Restoranı tercih etmiştik, ancak Japon restoranı olduğu için Kenan bey bundan pek hoşlanmadı. Aslında Japon yemekleri seviyorsanız son derece çeşit bol, sushi, deniz ürünleri, tercih edebileceğiniz çok çeşit var. Ortam çok şık ve güzel, fiyatlar biraz yüksek.

Ertesi günü otelimizde güzel bir kahvaltı çeşidinden sonra önceden bilet aldığımız Van Gogh müzesine yürüyerek gittik, tabii bir yandan haritaya bakarak, bir yandan da son dakika da yüklediğim sygic’i izleyerek yaklaşık 40 dakikalık bir yürüyüş sonrası Müzeler bölgesine geldik. Bu bölgede Van Gogh, Rijk, ve Diamant Müzeleri yer alıyor.  Van Gogh’un yaşam hikâyesini Provance gezimizde rehberimiz çok detaylı anlatmıştı, ilk yaptığı resimlerde ki fırça darbeleri kısa ve ince vuruşlarda, renkler farklı, yaşamının son yılında yaptıkları ise çok daha farklı. 8-9 tane kendi portresini yapmış. Ayrıca kardeşleri ile yazıştığı mektuplar da yer alıyor.  Müzede yaklaşık 2,5 saatlik bir dolaşmadan sonra çıktık, Hava soğuk olmasına rağmen güneşli olduğu için müzenin parkı oldukça kalabalık. Burada seyyar Hot dog satıcılarından sosisli sandviç yemeden gitmek olmazdı, lezzeti muhteşem. Kısa bir dinlenme molasından sonra tekrar kanallardan geçerek,antikacıların vitrinlerine bakarak otelimize yürüyerek döndük.  Bu sefer akşam yemeği için otelimizin altında bulunan 5&33 (http://www.5and33.nl/) İtalyan Restoranını tercih ettik, burası geniş bir barı olan, akşam saat  18.30 – 21.00 arası işten çıkıp gelenlerin ayaküstü bir şeyler atıştırıp, içenlerin tercih ettiği buluşma noktası. Bizde barda oturarak, asparagus, ravyoli gibi aperatif Bir şeyler yedik, etrafımızdakiler hakkında yorum yaparak bir geceyi daha bitirdik. Yemek resimleri koymuyorum, çünkü ortamlar hep loş ışıklandırma ile olduğu için güzel resim çekmedim.

 

Ertesi günü Amsterdam’a 15-20 km uzaklıkta olan balıkçı köylerine gitmeye karar verdiğimiz için sabah kahvaltıdan sonra tren istasyonuna gidip otobüs bileti aldık, hemen istasyonun içinden yukarı çıkıp, otobüs durağına ulaşmak çok kolay. Hop on the Local Bus bileti kişi başı 7.5 Avro. İlk durağımız Volendam küçük limanı olan şirin bir yer. Evler muhteşem iki katlı, her evin bahçesinde çiçekler, heykelcikler ile süslenmiş. Balık yiyebileceğiniz küçük restoranlar var. Tabi ki biz kahvaltı ettiğimiz için yemek yemedik. Ama görülmeye değer. Tekrar oradan otobüs ile peynir ile meşhur Edam köyüne gittik. 1357 yılında buraya liman yapma hakkı verilmiş, Bu köye gemilerle gelen tüccarlar burayı bölgenin en önemli limanlarından biri haline getirmiş. Fakat en önemlisi 1920 lerden bu yana işletilen peynir pazarı var. Bizde hemen peynir çeşitlerinden tadarak satın aldık, trüf mantarlı, biberli, sarımsaklı çeşit çeşit peynirleri görünce hangisini alacağınızı şaşırıyorsunuz. Küçük köyler olduğu için çok fazla yapılacak bir alternatif yok, ortalıklarda çok fazla insanda yok. Tekrar otele dönüş için otobüsümüze bindik.

Bu gün Amsterdam da son günümüz olduğu için ve de sevgili eşimin doğum günü olduğu için doğru düzgün et yiyebileceğimiz bir restoran arayışına çıktım, otelin de tavsiyesi ile W36 http://www.w36.nl/rezervasyon yaptırdım, sonradan bulmak zor olacağı içinde önceden gidip kendim yerini keşfettim. Burası 35 kişilik, kanala bakan güzel bir restoran. Şehrin batakhane cafelerinin olduğu ara caddede, tabi bu vesileyle oradaki meşhur cafeleri de görmüş olduk. Ahçısı Slava Nazaryan, gourme şehri San Sebastian kentinde yetişmiş, uluslararası füzyon mutfağı sunuyor. Restoran da kendi zevkinize göre etleri seçebiliyorsunuz. Güzel ve keyifli bir akşam yemeği yedik. Tavsiye ederim.

Cumartesi günü öğlenden sonra döneceğimiz için sabah erkenden Vondelpark’a tramvay ile gittik. Burası da Amsterdam’ın en büyük ve güzel parklarından biri. Yürüyüş yapanlar, bisiklet ile gezenler, burası en popüler yerlerinden biri. 100 tür ağaç, yerel bitki ve ithal bitki türleri var, göllerin etrafında yürüyüş yapmak gerçekten zevkli.

Bir seyahatimizin daha sonuna geldik, yeni yerlerde buluşmak üzere...



Diğer Geziler

Ziyaretçi Yorumları

Yorum Yap