Antakya

Dinlerin buluştuğu ANTAKYA Gezisi,

İstanbul Tıp Fakültesi 75 mezunları ile yine yollara düştük. Bu sefer ki rotamız Antakya Hatay idi. Jolly Tur ile anlaşılmış ancak tüm gezilecek ve yemek yenecek yerler grubun üyesi Ali bey tarafından oluşturulmuştu. Gerçekten çok lezzetli yemekler yedik, çok güzel yerleri gezdik. Yaklaşık 28 kişiydik, ancak bu gezilerin keyifli ve ahenkli güzel geçmesinin en büyük sebebi grubun üyelerinin birbirlerini uzun yıllardır artı ve eksi yönleri ile tanıyor olmalarından kaynaklanıyor.

Sabiha Gökçen’den Adana’ya uçtuk ve otobüsümüze binerek rehberimiz eşliğinde Eski Adana Mersin yolu üzerinden Tarsus’a doğru yola çıktık.  Yol boyunca karabiber ağaçları var, Adana eski yapıtlarından biri taş köprü diğeri ise 6 minareli Sabancı Camii. Milyonlarca yıl önce buralar denizmiş, rüzgar ve yağmurla bataklıklar oluşmuş. Anadolu’dan buraya okalüptüs ağaçları getirmişler. İç Anadolu ile Akdeniz’i birbirinden ayıran Toros dağları yer almaktadır, Toros dağlarının üzerinde 3 ayrı dağ yer alıyor, Aladağ, Bolkar ve Tahtalı. Bolkar dağlarının yan tarafında Tarsus var, Toroslar nadir yerlerden geçit verirmiş, Pozantı en önemli geçiş noktasıymış.

Tarsus Anadolu’nun en eski şehirlerinden, şehrin merkezinde tarihi bir kapı var, Kleopatra kapısı diyorlar, bu kapı tek kalan Antik yapıt. Tarsus da ilk durağımız dünya tarihini değiştiren Nusret Mayın Gemisi oldu. 18 Mart 1915 de Çanakkale Deniz Harbinde düşman gemilerinden İngiliz donanmasına ve Fransız donanmasına ait zırhlı gemilerin boğazın karanlık sularına gömülmesini sağlayan mayınları döşemiş. 1955 den sonra kuru yük gemisi olarak kullanılmış ve jilet yapılmaya mahkûm edilmişken, Tarsus Belediyesince alınarak, bakımı yapılmış ve ziyaretçilere müze gibi gezme imkanı sağlanmıştır.  Öğlen yemeğinde Tarsus’ta humus ve kıymalı pide yedikten sonra dolaşmaya başladık.

Tarsus ismi de Yunan Mitolojisinden geliyor. Aziz Paul, Kızıl Murat Mahallesi'nde, Cumhuriyet Alanı'nın yaklaşık 300 m. kadar kuzeyinde öteden beri Aziz Paul'un evinin yeri olarak kabul edilen bir avluda bulunan bir kuyudur. Aziz Paul, Hıristiyanlığın ilk teorisyenidir ve Tarsus'ta doğmuştur.  Aziz Paulus kuyusu inanç turizmi açısından önemli bir mekânmış. Bu Kızıl Murat mahallesinde eski evler restore edilmiş, hala güzelliğini koruyor. Şahmeran heykeli, Danyal Peygamberin mezarının bulunduğu Makam Cami ve daha sonra Cami-i Kebir adıyla bilinen Ulu Camiye gittik. 1579 yılında Ramazanoğlu Beyi Piri Mehmet Paşa’nın oğlu İbrahim Bey tarafından yaptırılmış.

Tarsus şelalesine gittik, orada Roma mezarlarının (Antik Kydnos mezarları) üzerinden akmasıyla şelale hüviyetini kazanmış Berdan Çayının etrafında ki kahvede oturup, çaylarımızı içtik, yaz aylarında Tarsuslular burayı çok tercih ediyorlarmış.

Daniyal Peygamber, Hz. Muhammed'in müezzini Bilal-ı Habeşi, Harun Reşit’in oğlu Halife Ma'mun ve Antik Çağın ünlü filozofu Aristo, tabiplerin atası Lokman Hekim, Mısır Kraliçesi Kleopatra ve Romalı Komutan Antonius Tarsus'ta yaşamış.  Daha sonra İskenderun’a giderek sahilde kısa bir gezinti yapıp, akşam yemeğine gittik. Akşam yemeğinde tabi ki sofraların baş tacı Humus, babaganuş, zeytin salatası ve kebaplar yendi. Daha sonra otelimizde giderek yorucu ama keyifli bir günü sonlandırdık.

Cumartesi günü sabah erken kahvaltımızı yaptıktan sonra ilk durağımız Harbiye, derelerin arasından aşağıya inerken hediyelik eşya satanlar, ipek şal satanlar ne ararsanız var. Bu arada herkesin elinde çalı gibi bir demet, koparıp koparıp bir şey yiyorlar taze nohutmuş. Burada tabii herkes bir şeyler aldı, taze kekikler, şallar. İkinci durağımız Saint Pierre Kilisesi. Burası Saint Pierre (aziz Petrus) Klisesi Strauris (Haç) dağının batısında kayalara oyulmuş 13 m derinliğinde, 9.5 cm genişliğinde bir mağaradan oluşmaktadır. Antakya’daki İlk Hristiyanların gizli toplantıları için kullandıkları bu mağara Hristiyanlığın en eski kiliselerinden biri olarak kabul edilmiştir. İncil’in Resullerin İşleri bölümünde Saint Barnabas’ın Tarsus’a giderek Saint Paul’u Antakya’ya getirdiği bir yıl birlikte çalışarak Hristiyanlığı yaydıkları, ve bu yeni dine ilk kez Hristiyan adının Antakya’da gerçekleştiği belirtilmektedir.

Daha sonra yeni yapılan dünyanın ikinci büyük Mozaik müzesi olan” Antakya Müzesini” gezdik, müzeye girişte Hatay’ın Paleolitik Çağ ile başlayıp Türkiye Cumhuriyetine kadar olan tarihi kronolojisi anlatılıyor. Paleolitik çağdan kalan Merdivenli Mağara, Üç ağızlı, Kanal Mağarası gibi buluntular mevcutmuş. Modern İnsanın Göç yolları haritası da vardı. İlk Modern insanlar 200 bin yıl önce Doğu Afrika’da ortaya çıkmışlar. Benim ilgimi çekenler arasında Ö.Ö.6. binyıla tarihlenen yemek hazırlama Alanı, tandırlar, Venüs’ün doğuşunun betimlendiği mozaikler oldu.Harbiye de 1932 ila 1939 yılları arasında yapılan arkeolojik kazılarda tiyatro ile Roma Villarına ait yapı kalıntıları ortaya çıkmış. Villa tabanlarından çıkan mozaiklerin bir bölümü Hatay Müzesinde sergilenmekte.

Müzeyi çok hızlı bir şekilde gezdik, ancak “Ölüm Her şeyi Eşit Kılar” Seneca Epistulae tarafından söylenen bu bölümde lahit’ler de görmeye değer.

Müze çıkışı rotamız belliydi, Uzun Çarşı, PÖÇ Kasabı, önceden sipariş verilen tepsi kebapları inanılmaz lezzetliydi, servis son derece hızlıydı. Arkasından yürüyerek Çınar altı meydanında Künefeci Yusuf Ustaya gidildi. Daha sonra Uzun Çarşıdan yürüyerek Habibi Neccar Camii’ne geldik, bu Camii Osmanlı dönemi eserlerinden olup, avlunun etrafı medrese odaları ile çevrilidir. Camiye büyük sivri sağır kemerli taç kapıdan giriliyor. Cami, Hz. İsa’nın havarilerine ilk inanan ve bu uğurda canını veren bir Antakyalı olan Habib-i Neccar’ın adını taşımaktadır. Eski sokaklardan dolaşarak tekrar Uzun Çarşıya gelip, malum baharat alışverişini yaparak tekrar otelimize döndük. Akşam ise Harbiye’de Kuleli Restoranda fasıl eşliğinde yemeğimizi yedik.

Pazar günü ise dönüş günümüz olduğu için sabah kahvaltısından sonra yola çıkarak Samandağ’a 4 km uzaklıkta  Vakıflı köye geldik. Köye girdiğiniz anda çiçekler içerisinde, tertemiz yollar arasında hemen bir farklılık hissediyorsunuz. Burası Türkiye’nin son Ermeni köyü, 150 kişi yaşıyor. Portakal bahçeleri ile iki yanı yeşillikler içerisinde bir yokuştan çıkıyoruz. Köy kilisesi Surp Asdvadzadzin’in (Aziz Meryem Ana) 1997 yılında geniş kapsamlı restorasyon ile  bugünkü halini almış. Bu köyün özelliklerinden biri organik tarım yapılmasının yanısıra, Vakıflı Köyü Kadınlar Kolu 2005 yılında beş üye ile Vakıflı Köyündeki kadın istihdamını arttırmak, köydeki göçü azaltmak gibi hedefler ile kurulmuş. İlk etkinlikleri aynı yılda düzenlenen kermeste yöresel reçeller, yoğunlaştırılmış şuruplar ve nar ekşisi gibi ürünler olmuş. Köyün girişindeki markette bu ürünleri satarak, elde edilen gelirin %20 si ile çocuklara burs veriyorlar. Köyün kahvesinde kahve ve çaylarımızı içtikten sonra bu güzel köye veda ederek, Titus Tüneli, Beşikli Mağara’yı görmek üzere yola çıktık. Bir kısmımız meşhur Roma İmparatoru Titus Flavius Vespasianus zamanında yapılan ve kayaları oymak suretiyle deniz kenarında antik şehrin, limanın dağlardan gelen çamurlu suyuyla dolmasını engellemek için yapılmış Titus su Kanallarını ve Beşikli Mağarayı görmek için  gittiler, bir kısmımız ise aşağıda onları bekledik. Daha sonra deniz kenarında öğlen yemeğimiz şahane balık ve kalamarlar yiyerek günü tamamladık. Böylece bir seyahatin daha sonuna geldik, bu seyahate emeği geçen başta Sevgili Ali Öztürk ve eşine, daimi başkanımız Yılmaz Nişancı ve rehberimize çok teşekkürler, bir başka gezide görüşmek üzere sağlıkla kalın.

 

 

 

 



Diğer Geziler

Ziyaretçi Yorumları

Yorum Yap